VACD Konuşmacı Serisi ve Sergi: Luciana Arslan
Luciana Arslan: Figür
Figür, Houaiss sözlüğüne göre dişil bir isim olarak
tanımlanır. Dışsal biçim, bir bedenin dışsal hatları, bir kişiyi ya da şeyi
(gerçek veya hayal ürünü) ifade eden grafiksel çizgiler, planlanmış formlar,
bir simge, bir alegori, bir fikir, bir metne eşlik eden imgeler.
Figür, Luciana Arslan’ın sanatsal yörüngesine eşlik eden
önemli bir unsurdur. Kimi zaman “kirli” bir şekilde ortaya çıkan ısrarlı
çizgiler, yoğun biçimler, gravürler, malzeme kullanımları. Düşünce
süreçlerinden türeyen çizgisel notlar ve form algılarının dökümü, ince kumaş
üzerinde kabataslak el işleri. Tüm bunların ötesinde, çizimler ince Japon
kağıdı üzerindeki geniş “boş” alanlardan ve imgelerden oluşur. Ayrıca ahşap
dokulu plakalarda çeşitli boya uygulamaları ve düzenlemeleri yer alır.
İmgelerin melez karakteri dikkat çekici niteliktedir. Bu
işlerde empati ve birbirinden kopuk hayal ürünü imgeleme yönelik bir eğilim
gözlemlenmekte: kadına yönelik eğitici kitaplar, Türk baskı işleri, anatomi
diyagramları ve dans eden figürlerin bedensel hareketleri. Düşsel olan; trans
halindeki benliğin veya duygusal, kontrol edilemez, sürekli bir akışın sonucu
olarak doğal bir biçimde ortaya çıkar.
Zaman zaman bu işler kimi kaçınılmaz benzerlikleri akla
getiriyor: Leonilson, Frida Kahlo, Louise Bourgeois ve David Salle. Kozmopolit
bir sanatçı için bu oldukça doğal bir durum. Özgün bir birikim oluşturmaya
yardım eden güçlü göndermeler, çağdaş bir bağlamda örtüşen paradigmalar ve
belirgin, karma metin katmanlarının birleşimi. Bu durumda işler üzerinden bir
çeşit şifre çözümlemesinin imkanını ya da iletişimsiz, anlaşılmaz bir durumla
karşı karşıya kalıp kalmadığımızı söylemek güç.
Luciana bize ne anlatmak istiyor? Amaçlarına dair bir ipucu
elde edeceğimiz mantıklı bir söylem dizisi bulmak mümkün mü? Bu durumda kadının
ve onun yaşamsal ilişkilerinin karmaşık durumu üzerine akıl yürütmek yeterli
olur mu? Geçmiş zamanlara ait kültürle post-modern klişe arasında gidip gelen
paradoksal bir durumla karşı karşıya olduğumuz söylenebilir.
Belirgin bir fikir beyanından ziyade algının rolü üzerinde
durmak gerekiyor. Tek ve yegane deneyim düşünceden, bilinenden, bellekten gelse
de sonunda gerçeğin akışkanlığına doğru yol alan imgeye değinmeliyiz. Bu
noktada “kirlilik”, ütopyanın imkansızlığını ortaya çıkardığı için büyük bir
öneme sahip. Sessizlik, boşluk, yoksunluk yoktur. Var olan; odak noktası,
tınılar ve biçimdir.
Sonuç olarak bedenleri, iç organları, figürleri birbirine
bağlayan bir çizgiler ağıyla karşı karşıyayız. Akıcılık durumu burada temel bir
nokta teşkil eder: etrafındaki her şeye yayılan ve onu yalayıp yutan bir leke.
Arabesk ve süslemenin sarmalı yakalanabilecek tuzaklardır; kürk, saç, yumak
gibi. Ancak kan, kusmuk, viskoz, yapışkanlı vücut atıkları itici bir halde
olmasına rağmen onların baştan çıkarıcı rolünü betimler.
Bu karmaşık durumun içerisinde anlam, ancak sentez kurmakla
mümkündür. Tarihsel ve doğrusal okumalar veya önyargılar bu noktada yer
almamalı. Onun yerine düşünceye dalma ve işlerden keyif alma yoluyla figürlerin
etkisini göstermesine izin vermeli.
Marco Pasqualini de Andrade
PHd in Art History