Siyaset Bilimi doktora öğrencimiz Önder Küçükural'ın konferans katılımı
Önder Küçükural, 18-21 Kasım 2010'da
Özet
Seçkinlerde Farklılaşan Toplumsal Cinsiyet ve
Laiklik Anlayışları: Altı Şehirde Niteliksel Bir Araştırma
En genel anlamda
Türkiye’de din ve devlet ilişkileri daha özelde ise dinin kamusal yaşamdaki yeri
üzerine yapılan tartışmalar ülkemizde demokrasinin geleceğini belirleyecek
öneme sahiptir. Örneğin, Türkiye’deki İslami hareketlerin son 30 yıllık seyri
göz önüne alındığında, kendilerini Sünni Müslüman kimlikleri üzerinden
adlandıran ve İslami referanslar ile liberal bir siyasal söylemi demokratik
rejim içinde bir araya getirmeye çalışan bazı kesimlerin ortaya çıktığı ve güç
kazandığı iddia edilebilir. Fakat, ne ilginçtir ki siyasal alanda “liberal” bir
söylem tutturan bu kesimlerin kadının kamusal hayata katımı konusunda
“muhafazakar” tutumlarını korudukları görülmektedir. Bu yüzden demokrasi ve
laikliğe ilişkin yaklaşımları analiz ederken ve sınıflandırırken kamusal alanda
kadının rolü üzerinden farklılaşan bakış açıları adeta bir turnusol testi
işlevi görmektedir. Öyleyse, bu karmaşık durumu açıklayacak temel düşünsel
mekanizmalar neler olabilir? İdeal aileyi muhafazakâr dünya görüş ile
tanımlayan aynı zamanda ideal siyaseti liberal söylem içinde kurgulamaya
çalışan bu rasyonaliteleri ne şekilde anlamak ve kavramsallaştırmak gerekir?
Bu sunuş,
TUBİTAK tarafından desteklenen ve Prof Dr. Bahattin Akşit tarafından koordine
edilen “Türkiye’de Toplumsal Yapı ve Din” adlı araştırma projesinde elde edilen
verileri tartışmayı amaçlamaktadır.
Özetleyecek
olursam, 6 şehirde (Erzurum, Denizli, Kayseri, Diyarbakır, İzmir, Adana)
gerçekleştirmiş olduğumuz derinlemesine görüşmeler ve gözlemler; sekülerleşmeye
ve gittikçe özgürleşen toplumsal cinsiyet rollerine yönelik tepkilerin dine
referansla dillendirildiğini göstermektedir. Fakat, bu dini söylemin yekpare
bir biçimde değil dört farklı rasyonalite çerçevesinde karşımıza çıktığı
görülmektedir: Bunlardan birincisi araçsal-pragmatik
rasyonalite yaklaşımıdır. Bu temel olarak bireyin çıkar ve zararını hesaplayarak
eyleme geçtiği ve bu şekilde tercihlerini belirlediği yaklaşımdır. Bu yaklaşıma
göre çıkar ve zararın içeriği dışsal etmenler ile belirlenmektedir. Burada en
temel dışsal etmen dindir. İkincisi,
cemaatçi rasyonalite yaklaşımıdır. Bu yaklaşım ise normlara uymayı
öncelemektedir. Bireyin içine doğmuş olduğu yakın çevre, davranış tercihleri
için gerekli olan yöntem ve ipuçlarını sağlamaktadır. Bu yolla bireyler kendi
yaşam tercihlerini diğerine uyum sağlayarak oluştururlar. Dini kaynaklar ile
şekillenmiş olan ataerkil anlam dünyası bu yaklaşımda belirleyici
olabilmektedir. İletişimsel rasyonalite
yaklaşımı ise bireylerin kendi yaşam tercihlerini belirlerken, akla bürünme
ve argümantatif yöntem kullandıklarında ortaya çıkmaktadır. Bireyler, birbirlerini
akla en yakın argümanı sunarak ikna etmeye çalışmaktadırlar. Fakat bu yaklaşıma
göre makbul argümanın bireylerin paylaştıkları tek evrensel düzlemden
kaynaklanması gerekmektedir. Bu evrensel düzlem de İslam dininin belli bir
yorumundan oluşmaktadır. Bu yaklaşım aile ilişkilerinde muhafazakâr tercihlerin
oluşmasına, siyasette ise otoriter tutumların sergilenmesine neden
olabilmektedir. Sonuncu tutum olan Radikal
rasyonalite yaklaşımı ise bazı İslamcıların yine dinden yola çıkarak
toplumsal cinsiyet ve siyasete ilişkin daha açık argümanlar geliştirebildikleri
durumlarda karşımıza çıkmıştır. Bu yaklaşımın ancak İslam dininde evrensel
ortak bir paydaya ulaşmanın imkânsız olduğunun kabulü ile ortaya çıkabildiği
görülmektedir.